|
Örnek Mehmet Şişmanoğlu: Adı sınıf mücadelesiyle anılan adam... (Bu röportaj Bilgi Beykoz gazetesinin 8. sayısında yayınlanmıştır...) www.bilgibeykoz.net O, işçi sınıfının Paşabahçe’deki unutulmaz neferlerinden biri. İşçilerin kendi sınıf örgütlerini oluşturma sürecinde görev ve sorumluluk almış gerçek bir öncü işçi. Geçmişte seveni de sevmeyeni de çok olmuş ödün vermez bir pazarlıkçı, kusursuz bir hatip... Bugün ise, Mehmet Şişmanoğlu’nun işçilerin sınıf bilinci kazanmasında oynadığı büyük rol, kimseler tarafından sorgulanmıyor artık... Paşabahçe Cam Fabrikası’nda çalışmaya başladığınızda fabrikada, işçiler arasındaki ortam nasıldı? 1954 yılında fabrikaya elektrikçi olarak girdim. Yaklaşık 2500 işçi vardı. Fabrikada keyfi işten çıkarmalar çok yaygındı. İşçilerin bir yemekhanesi bile yoktu. Ayaküstü bir yerlerde atıştırdığımız yemekler son derece kötüydü. Ekmek vermezlerdi. Ekmeğimizi, çatalımızı, kaşığımızı evden getirirdik. Bir bölüm işçi dışarıda çalışıyordu. Kışlar şimdikinden soğuk geçerdi. Buna rağmen dışarıda çalışanlara onları soğuktan koruyacak giysiler verilmiyordu. Kısacası emek ile sermaye arasında inanılmaz uçurumlar vardı. Ancak biz işçiler bu uçurumun tam olarak farkında değildik. İşçiler bu durumu kötü koşulları genellikle normal karşılıyor, hiçbiri etliye sütlüye karışmıyordu.
Fabrikada bir sendikal örgütlenme yok muydu?
Türk-İş, 1952 yılında kurulmuştu. Ben işe girdikten birkaç yıl sonra, bizim fabrikada da Türk-İş’e bağlı Cam-İş sendikası örgütlenme çalışmalarına başladı. Ancak sendikacı arkadaşların ne kendilerine, ne sınıfa güvenleri yoktu. Sendikacılık o kadar kolay iş değildir. Belirli ölçülerde bir birikim ister. Patronlar ya da yöneticiler bu arkadaşlarımızı odalarına kabul edip iltifat gösterince, bir iki sırtlarını sıvazlayınca o ilk sendikacı arkadaşlarımız kendilerinden geçiyorlardı. İşçinin hakkını istemek akıllarına bile gelmiyordu.
Sizde sendikal faaliyete katılma fikri Cam-İş’e tepki üzerinden mi gelişti?
Hayır. Benim gözüm askerde açıldı. Enstitü mezunu olduğum için askerliği yedek subay olarak yaptım. Orada sorumluluk almayı, yöneticiliği, insanları bir işe sevk etmeyi öğrendim. Ancak bende sendikacılık fikrinin oluşması asıl 1959 yılına rastlar. Biliyorsunuz o yıl meşhur “Topkapı olayları” gerçekleşmiştir. Biz o gün fabrikada bir başka elektrikçi arkadaşımla arızalı bir trafoyu tamir etmeye çalışıyorduk. Bir baktık ki, işçileri toplamışlar kamyonlara dolduruyorlar. Hepsinin eline birer Demokrat Parti bayrağı tutuşturulmuş. Ustabaşı geldi, “Topkapı’ya, sağır İsmet’i protesto etmeye gidiyoruz” dedi. Sağır dediği, İsmet İnönü. Öğrendim ki, eylemi fabrikanın müdürü Şahap bey organize ediyormuş. İşçiler de ustabaşıyla müdür ne derse onu yapıyorlar. Bana da “geleceksin” dediler. Gitmek istemiyordum. Aklıma revire gidip rapor almak geldi. Revire gittim ki ne göreyim. Meğerse organizatörlerden biri de aynı zamanda Demokrat Parti İlçe Başkanı olan Fabrika revirinin başhekimi Naci Beymiş. Eyleme gitsinler diye işçilere sıradan rapor veriyor. İşçilerin çoğu nereye gittiğini bile bilmiyor. Bu durum kanıma dokundu. Neden işçi, müdür istedi diye eyleme gitsin?
Örnek Sonu |
||